,

Ovit’in arka yaylaları

Bir at var, eşyaların yüklendiği bir de araçlardan boşalan bazı eşyalar bir yerde toplanıyor. Anlamaya çalışıyorum sadece, neler oluyor diye çok geçmeden “siz yürüyün, ben de gelirim birazdan” diyor Muhtar Ali. Birlikte yaya olarak yola koyulduğumuz ama isimlerini bile bilmediğimiz arkadaşlara “ne oluyor?” diye soruyorum.

Ovit’in arka yaylaları

 
 

M. Kemal AYÇİÇEK – 20 Temmuz 2014  

Karadeniz bölgesi, yaylaları ile ünlü bir bölgemiz. Karadeniz sıra dağları, denize paraleldir. Rize ile Erzurum arasındaki en yüksek geçit de şimdiler de uzunluğu 15 kilometreyi bulan bir tünel inşaatının geceli – gündüzlü sürdürüldüğü 2 bin 640 rakımlı Ovit dağının arka yakasındaki Boğazlıyan yaylasına çıktık. Geziye çıkarken aklımızdan bile geçmemiş bir yolculuk oldu. Erzurum’un Pazaryolu ilçesinde buluştuğumuz Şehitlik köyü muhtarı Ali Gürcü, kendi aracıyla önümüze geçti ve “Beni takip edin” dedi. Biz de onun dediğini yapıp, ardından izini sürdük. Evlerinin üzeri dik saclarla kaplamalı köylerden geçip, en son Büyükdere köyünün dağa bakan kısmındaki derenin kenarın da araçları park edince yanımıza gelen  Muhtar Ali Gürcü, “Yaylaya çıkmak için biraz yürümemiz gerekecek, şimdiden kusura bakmayın” dediğinde “yoo, ne kusuru, rica ederiz” demekli olduk, indik araçlarımızdan.

Buyukdere koyunun cikisında araclar park edildi

Bir at var, eşyaların yüklendiği bir de araçlardan boşalan bazı eşyalar bir yerde toplanıyor. Anlamaya çalışıyorum sadece, neler oluyor diye çok geçmeden “siz yürüyün, ben de gelirim birazdan” diyor Muhtar Ali. Birlikte yaya olarak yola koyulduğumuz ama isimlerini bile bilmediğimiz arkadaşlara “ne oluyor?” diye soruyorum. Birisi cevap veriyor, “Biz yürüyeceğiz, muhtar da yayladan çağırdığı eşeği yükleyip gelecek, eşek gelmek üzereymiş, biz gidelim, yetişir onlar bizi” diyor. Yukarıya doğru bakıyorum, yüksek dağlar ve tepelerden başka bir şey görmüyorum. Meğer, araçla gidilebilen yolun sonundaymışız ve buradan yaylaya da yürüme çıkacağız. Eşyaların at ve eşekle taşınıyor olmasını, dik ve yamaç patika yolları görünce daha iyi anlayabiliyorum. İlk başlar da temiz hava ve hafifçe esen rüzgar sayesinde bunalmadan yol alıyoruz. Fakat biz yürüdükçe patika yol, uzadıkça uzamaya başlıyor. Nereye, ne kadar zaman yürüyeceğiz bilmiyoruz, tabi soruyoruz ama “şu tepeyi dönünce…” diye başlıyorlar söze, o tepeye varıncaya kadar sabırla yürüyoruz. Ama  “O Tepe”ler hiç bitmiyor, dağlarda tepelerden çok ne var! Gittiğimiz patika yollar da yol demeye bin şahit ister zaten, At ve Eşek’lerle diğer hayvanların her birinin kafasına göre  projelendirdiği ve ardından da insanların ayaklarını düzgün basabildikleri birden çok izi olan taşlı yollar. Siz de o hayvanların açtığı yollar arasında seçim yapıp, adımlıyorsunuz bitmeyen yayla yolunu!

eşek, yuku ile bizi yolda  gecti
Yanımız da yüklenen At, önündeki sahibi ile bir süre bizimle birlikte yol aldı, sonra Yayladan gelen eşekle geçiştiler, bir traktör köprüsünü geçtikten sonra yağmur başladı. O at sahibi, atının sırtına binip, tepelerin ardından kayboldu. Sürekli zig zaglar çizerek biz yükselirken, Muhtar da  eşyaları yüklediği eşekle gelip bizi geçiyor. Eşek hızlı yürüyor, bizim onunla yürümemiz mümkün değil, eşeğin sürücüsü Muhtarın oğlu 14 yaşındaki Kemal bizimle kalıyor, muhtar eşekle aşıp gidiyor! Muhtar, bizimle pek sohbet etmiyor (!) belki sitem ederiz diye çekiniyor. Yol bitmek bilmiyor, o yağan yağmur rüzgarın da etkisiyle yüzümüze sanki dolu yağıyormuş gibi sert sert vuruyor. Islandıkça ıslanıyoruz, pantolonlarımız ıslaklıktan dizlerimize yapışıyor, yürürken zorlanmaya başlıyoruz ama bu yağmur, oruçlu halimizle bizi serinletmiş oluyor, biraz ıslatmış olmakla ferahlık sağlıyor. Yol boyunca küçük küçük su birikintilerinden geçiyoruz, zaman zaman yoldan akan suların içine yürüyoruz. Bir saati aşkın süredir yürüyoruz ama yolu yarıladığımız dinlenme molaların da sohbetimizin ana konusu “ne kadar yol kaldı, yolu yarıladık mı? Çok daha yolumuz var mı?” gibi sorular ve aldığımız standart cevaplar oluyor. “Şu tepeyi döndük mü…”, “aha şu dağın öbür yüzü..”, “geldik sayılır , şu kayaların hızası..” dendikçe de moralimiz bozuluyor. Bize böylesi bir yayla yolculuğu denmemişti, yürüyüş yapacağımızdan hiç söz edilmemişti. Yola çıktığım amcaoğluyla birbirimize bakıp, “Dönsek mi?” der gibi birbirimize bakıp, “çaresiz” yola devam ediyoruz. Yürüyüş için uygun ayakkabılar yok ayaklarımız da, bu yüzden de sık sık nefeslenme molaları veriyoruz. Tam iki buçuk saat sonra yayla evlerini görmeye başlıyoruz. Bu yaylalar, Karadeniz yaylalarına hiç benzemiyor!

yol uzakdikca uzadi

Çocuktan al haberi denir ya, ben de uzun yayla yolunun son kısımlarını muhtarın oğlu Kemal’le konuşarak tembelleşerek çıkıyorum. Elindeki çobandeğneğini bana vermiş Kemal, ilk yayla evlerini gördüğümüz yerde bir boğazı gösteriyor, “Kavurma boğazı” burası diye gösteriyor. Muhtar azası Ali Albayrak, zamanında et yemek isteyen yörenin bıçkın tiplerinin (Eşkiyalar) o yaylalardan çaldıkları hayvanları Kavurma düzü denen yerde bir güzel pişirip yedikten sonra, çalınan hayvanları “Ayı yedi” diye yaydıklarını gülerek anlatıp, kafasını sallıyor! Çıktığımız yaylaların suyu bol, her taraftan sular akıyor ve bizim corma dediğimiz bataklık türü bitkilerle çevrili. Yayla evleri bölüm bölüm, Boğazlıyan yaylası diye geçen yerde üç ayrı yerleşim var. Bir kilometre uzunlukta bir alan da üç ayrı küme de yayla evleri var. Pazaryolu ilçesine bağlı Şehitlik, Esenyurt ve Kuymaklı köylerinin ortak yaylası burası ve yolu, elektriği yok. Bu zaman da yolu olmayan yayla mı olur? Meğer varmış işte, biz iki buçuk saatlik yürüyüşle çıkabildik. Dönüşümüz iki saat sürdü! Yürürken yorgunluğumuzun farkına varan Kemal,” Aslında yaylada atlarımız vardı ama iki tanesi de yüklü, yavrulayacak, bir tanesi yeni tay. Delidir, terbiye edilmemiş o yüzden binilmeye müsait değildi. Ama bir daha gelirseniz sizi atlarla getirebiliriz, söz” diyor. Hoşuma gidiyor bu moral sözleri, yorgunluğumu göstermemeye çalışıyorum, gülüyorum. “Tamam o zaman yine geliriz bak” karşılığını veriyorum keyifle. 

bogazliyan yaylalari

Boğazlıyan yaylaları, Ovit Dağı’nın Erzurum’a bakan tarafı. Ovit’in  Kuzey tarafında Karadenizlilerin yaylaları var, Kabahor denen Gölyayla, Kaban yayla, Gümüş kaya, Palavit gibi. Karadeniz yaylaların da yolu olmayan yayla yok gibidir ama Erzurum yaylaların da demek hala yolu olmayan yaylalar var demek! Yol olmayınca da ister istemez yaylalar da Karadeniz yaylaları gibi kalabalık değil. Yaylacıların burada çobanlık uygulaması ilginç. Yaylada kaç sığırınız varsa ona göre herkes çobanlık yapıyor ve sağdığı hayvanların sütünden kendi ihtiyacını karşılıyor. Koyunlar için çoban tutuluyor ama sığırları yaymak için sığırı olan aileler, sığır sayısınca çobanlık yapıyor. Çobanlık yaptığı sırada da o baktığı hayvanları sağıp, onların sütünden elde ettiği yağ ve peynir ile ihtiyacını gideriyor. Karadeniz yaylalarına kıyasla buralar da yani Ovit’in arka yaylaların da Haziran ortalarında yaylalara çıkılıyor ve Agustos sonunda da dönüşler yapılıyor. Hele yolu ve elektriği de olmadığı için Boğazlıyan yaylaların da bir de küçükbaş hayvanların yanı sıra büyükbaş hayvanlar da geceleri dışarı da birer koyun peri denen yataklar gibi üzeri açık alanlarda bırakılıyor. Rakımı 2 bin 800 gibi olan bu yaylalar da kalma süresini soğuklar belirliyor! Zaten muhtarlığı bu yıl babası Kenan Gürcü’den devralan Muhtar Ali Gürcü de, “Yolumuz olsa biz de hayvanlar için kapalı ağıllar yapabiliriz ama taşıma su ile değirmen dönmüyor” diyor.

Boğazlıyan yaylalarının suyu bol ve bu yüzden de Muhtar Ali Gürcü ve azası Ali Albayrak, üç köyün ortak yaylalarına kalıcı bir hizmet götürmek için yaylalarındaki sudan elektrik üretmek için çaba harcıyorlar. Pazaryolu belediye Başkanından bu konuda boru desteği sözü aldıklarını ve “Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” mantığı gereği yaylalarını elektriğe kavuşturmak istediklerini anlatıyorlar. Yayla da elektrik üretimi için bir ön çalışma yapılıyor, ölçümler ve hesaplamalar derken iftar saati geliyor. Muhtarın oğlu Kemal’in elinde bir tabanca var. Topu topu 13 hanenin bulunduğu Boğazlıyan yaylalarında cami yok. İftar topu diye Kemalin tabancasıyla verdiği işaretle oruçlar açılıyor. Yaylanın tam karşısındaki kayalarda silah sesleri yankılanıp, tekrara dönüşüyor. Elektrik de olmayınca beraberimiz de götürdüğümüz çanta tipi enerji kaynağı ile Boğazlıyan yaylaların da ilk kez yanan ampulle iftarı açıyoruz. Şehitlik köyünün eski muhtarı Kenan Gürcü ve oğlu yeni muhtar Ali Gürcü, muhtar azası Ali Albayrak, Seyfullah Kurt, İbrahim Akçay, Kemal Gürcü ve  Enver Ayçiçek’le birlikte kuzu kavurması ve pilav ile iftar ediyoruz.

 Yemek sırasın da eski Muhtar Kenan Gürcü, “Buğdayı biz Erzurumlular ekeriz, biçeriz, ekmeğin iyisini de Trabzonlular ve Rizeliler iyi pişirir, bu nasıl iştir?” diye sorup, gülüyor! Yemeğin ardından demlenen çay ile kendimize geliyoruz. Bu sırada Kemal, tabancasıyla bir şarjör daha mermi boşaltıyor,  yankılarla yayla inliyor. Silahı hiç sevmem ama Boğazlıyan yaylasına silah ve atılan mermilerin yankılanan sesi çok yakışıyor! Yayla, zifiri karanlık. Zaman zaman havlayan çoban köpeklerinin sesi, o karanlıkta insanlara da güven veriyor. Sohbet yayla yoluna geliyor. Bir köyün kendi sınırları içinde yola izin vermeyişi, Erzurum’un su zengini yaylaları Boğazlıyan’ı yolsuz bırakıyor. Yaylanın yaşlılarından Seyfullah Kurt, “Yol gelsin, yaylanın en cebi dar olanı benim ben bile on metre genişliğinde ev yapacağım.” derken,  Muhtar azası Ali Albayrak, gençlerin hayvan besiciliğine soğuk bakışının aslında yörenin kızlarından kaynaklandığını, kızların hayvancılıkla uğraşan eş istemeyişinin gençlerin yaylalardan uzak durmasının sebeplerinden biri olduğunu söylüyor. Boğazlıyan yaylalarında su sıkıntısı yok, yeşillikle kayalık ve taşlıkların oranları da neredeyse birbirlerine eşit sayılır.

bogazliyan yaylasi

Çanta tipi enerji elektriğimizle beş kişi dönüş yoluna koyuluyoruz. İki güzel suyun başında ayrı ayrı molalar veriyoruz, yorgunluktan yürüyemez hale geldiğimiz son molamız bir göze başında oluyor. Büyükdere köyünün baş tarafında park ettiğimiz araçlara ulaşıncaya kadar ayaklarımız yürüyüş için uygun olmayan ayakkabılarımızı bile taşıyamaz hale geldi. İspir - Bayburt Karayoluna tam gece yarısı ulaşabildik. Rize –İkizdere – Ovit- İspir yolu ile geldiğimiz Pazaryolu’ndan Bayburt üzerinden dönmeye karar veriyoruz. Yol ıssız,  Çoruh nehri kıyısındaki Aslandede’de bir çay molası veriyoruz. Çoğu gurbetçi yazlıkçılar, memleket özlemini gideriyorlar. Yörede nelerin yetiştirildiğini sorunca yaşlı birisi, “Bizim topraklarımıza insan dik insan yetişir. Karpuz, kavun, fasulye, Domates, dut aklınıza gelebilecek her şey yetişir burada, yeter ki diken birileri olsun” diyor. Gün dönüyor, sahuru Bayburt’ta  Hasan öğretmenin evinde yatıktan sonra yola koyulup sabahın ilk ışıklarında da memlekete ulaşıyoruz.

Güncelleme Tarihi: 07 Kasım 2018, 22:38
YORUM EKLE
YORUMLAR
BAYRAM GÜRCÜ
BAYRAM GÜRCÜ - 9 yıl Önce

devlet henüz oraya gi̇demedi̇ malesef .hangi̇ devi̇rdeyi̇z üç köyün yaylasi orada yaşiyanlar memleketi̇n kaçinçi sinif vatandaşi bi̇rköyün kapri̇si̇nden di̇ğer köyler zülum çeki̇yor bi̇r an önce halolsun yetki̇li̇ler duyun sesi̇mi̇zi̇ yalova dan

BAYRAM GÜRCÜ
BAYRAM GÜRCÜ - 9 yıl Önce

devlet henüz oraya gi̇demedi̇ malesef .hangi̇ devi̇rdeyi̇z üç köyün yaylasi orada yaşiyanlar memleketi̇n kaçinçi sinif vatandaşi kusura bakmayin

SIRADAKİ HABER