"Onun için, 'Asil' diyorum, hem kovandan bal alan kişi olması nedeniyle, hem yedeğinin bulunmayışı, hem de meyveli ağaç misali tüm ağırlığına rağmen boynunu eğmeyerek, tabiata karşı koymasından. Belki üzerinden dileklerimizi gerçekleştirmeyi umduğumuz bir Ardıç ağacı, belki meyvelerinin yanında taşlarının da olduğunu da bilen olgun ve bilge bir ağaç kendisi…Ama şundan eminim ki, o bir Haşit-i Perwer, maslahat yolunu takip eden bir Hazar Denizi. Onun farkı, savaşın adını ağzına almadan, barışı savunması. Bu nedenledir ki, bu röportajın ön yüzündeki barış anıtı resmini herkes göremeyebilir. Görebilenler için Kemal Burkay sizlerle…”
HÜLYA OKUR- HABERX
“YOKSUL VE KÖYLÜ BİR AİLEDE DÜNYAYA GELMİŞİM”
1937'de Tunceli'nin Mazgirt İlçesi'nde dünyaya geldiniz. Nasıl bir aile ortamı ve nasıl bir dünya karşıladı sizi?
Yoksul ve köylü bir ailede dünyaya gelmişim. Çok çocuklu tabi. Bazıları daha çocukken ölmüşler, bazımız da büyüdük, annem 9 çocuk doğurmuş, ancak 4'ümüz büyüyebildik. Babam eğitmen olmuştu. Askerlikte çavuşluk yapmış. Onun eğitmenlik yaptığı köyde okudum. Sonra öğretmen oldum ve daha sonra hukuk fakültesi...
“TÜRKMEN DEĞİLİM”
Bir sürü mesleğiniz var, onları sıralayacağız ama...Gazi Üniversitesinden bir grup bilim adamı, Türkmen aşiretinden olduğunuz tespitinde bulunmuşlardı. Aşiretiniz Şadıllı aşiretinin Türkmen orijinli olduğu iddia edilmişti. Bu iddiada olduğu gibi Kürt kökenli olduğu halde kendisini Türk, Türkmen kökenli olduğu halde kendisini Kürt olarak tanıtanlardan mısınız?
Hayır doğru değil. O ciddi bir araştırma değil. Türkiye'de Kürtlerin kökenini çarpıtmak için yapılan çabalardan bir tanesinin ürünü. Böylesi bilim adamı geçinen bazıları, ne yazık ki buna alet oluyorlar. Ben Türkmen de olabilirdim tabi, bununla kıyamet kopmazdı ama Türkmen değilim, Şadyan aşireti bir Kürt aşiretidir, Şadıllı değil, ayrıca. Kürtleri asimile etme sürecinde, Kürt aşiretlerinin adlarını bile çarpıttılar. Şadyan aşireti, eskiden beri ünlü bir Kürt aşireti. Ve hem bizim yörede var hem Koçgiri yöresinde var, hem Erzurum'da var, hatta Horasan'da bile var. Ama Horasan'a sonradan gitmişler, Osmanlı-İran savaşları sırasında bir bölümü oraya göç etmiş ve Horasan'a yerleştirmişler. Bunlar her yerde Kürtçe konuşurlar. Yani Türkçe, Türkmence konuşan bir şadyana rastlanmamıştır.
“HERŞEYE KÜRT PENCERESİNDEN BAKMADIM”,
“KÜRT YURTSEVERİYİM AMA AYNI ZAMANDA DÜNYALIYDIM”
İnkar edilemeyecek tanımlar var sizin için. “Kürt’üm, sosyalistim, yazarım, dünya vatandaşıyım. Bu kimliklerin her biri eşit önemdedir, biri diğerinden öncelikli değildir” diyorsunuz. Peki Kürt bir aydın olarak kendinizi en çok neyle vazifelendirdiniz?
Tabi ülkenin, halkın içinde yaşadığı sorunlardan kopuk olamam. Belli bir bilinç kazandığım günden beri ki, bu daha çok üniversite yıllarına rastlıyor. Bizim çocukluğumuzda hem Kürt hareketi, hem sol hareket canlı değildi. Kürtler sindirilmişlerdi, Kürt sorununu tartışmak bile tehlikeli sayılıyordu. İnsanlar bunu ancak fısıltı halinde konuşabiliyorlardı, o da çok az sayıda insanlar. Kürt meselesinden söz etmek oldukça tehlikeliydi. Solcular da belli operasyonlar yaşamışlardı, o da fısıltı halinde konuşulan bir şeydi. Ama üniversite yıllarında ben; hem Kürt sorunuyla tanıştım, hem sol hareketiyle tanıştım, kişiliğimde her ikisi de etkili oldu. Bir bakıma birleştirdim onu. Yani hem emekçilerin hakları, hem de Kürtlerin hak ve özgürlükleri için mücadele etmek, bana birbiriyle çelişmeyen bir bütün olarak göründü. Benim kişiliğim öyle şekillendi, bir sosyalistim, bir Kürt yurtseveriydim aynı zamanda ama öte yandan tabi ki dünyalıydım. Benim Kürt sorununa bakış açım, hiç bir zaman dar Milliyetçi olmadı. Her şeye Kürt penceresinden bakmadım; bir insan olduğumu unutmadım, bir dünyalı olduğumu unutmadım. Ve dünyanın öbür ucundaki insanların sorunlarını da kendi sorunlarım gibi bildim.
“SİLAHTAN, ÇATIŞMADAN ORTAMI TERÖRİZE ETMEK İSTEYENLER YARARLANDI”
İsmet Berkan, “Kemal Burkay’ı rahmetli Bülent Ecevit’e benzetebilir, biraz naif bulabilirsiniz belki ama inançlı bir barışçı olduğuna, her şart altında kendi inançlarını tavizsiz savunduğuna kuşku yok.” diye yazmıştı. Tarafları kırmayan söylem geliştirmeniz kişisel bir özelliğiniz mi vatani bir görev bilincinden mi?
Tabi bu bir uslüp. Benim üslubum çok yumuşak mıdır, bilemiyorum. Barışçı olduğum doğrudur. Özellikle de silahların fayda yerine zarar verdiği bir ortamda, iyi hesap yapmak gerekir. Silah tutkusu kendi başına bir amaç olamaz. Ama insanların özgürlük mücadelesinde silah kullandığı dönemler de olmuştur, devrimlerde bunlar olmuştur. Bunları tümden yok sayamayız. Viyetnam halkı bir ulusal kurtuluş mücadelesi verdi. Cezayir halkı, bir ulusal kurtuluş mücadelesi verdi. Silah da kullandı. "Ha bu olmamalıydı" denemez. Marx'ın deyişiyle, bazı şeyler başka türlü olamadığı için öyle olmuştur. Öte yandan bu şu demek değildir, her koşulda silahı abartmak, bir fetiş haline getirmek ve bir çözüm unsuru saymak...hayır. Günümüzde silah kullanılmadan da bazı sorunları çözmek mümkündür. Ben de bizim koşullarımızda silahın bir sonuç vermeyeceği inancındaydım, güç dengelerini değerlendirerek sonuca vardım. Ve ülkemizdeki koşullar, uluslararası koşullar bana göre silahlı eylemden çok, barışçı siyasal eylemin sonuç vermesine daha uygundu. Onun için hem Türkiye İşçi Partisine girdiğim günden beri, hem de Kürdistan Sosyalist Partisinde aynı görüşleri savundum. Yanıldım mı? Bence yanılmadım çünkü Türkiye'de sol, ne de Kürt hareketi son 30 yıl içinde silahlarla bir sonuca varamadı. Ama aksine, silahlar, çatışmalar yardımıyla ortamı terörize etmek isteyen güçler(militarist, darbeci) yararlandı bundan. 12 Eylül'de yargılanmakta olan, yargı süreci başlayan 12 Eylülcülerin de yaptığı bu oldu. Solun ve Kürt hareketinin içine kendi elemanlarını sızdırarak, kışkırtarak, baskı yaparak bir bakıma terörize ettiler. Ve bundan yararlanıp darbe yaptılar. Bundan da ülkemiz bir şey kazanmadı.
“SOL ÇİZGİSİNDE OLDUĞUM İÇİN ARANIYORDUM”
12 Eylül darbesinde vatandaşlıktan çıkarılmış, Turgut Özal döneminde de 1992’de çıkarılan bir yasa ile yurttaşlığınız iade edilmişti. Vatandaşlığınızı tahkik noktasına taşıyan şeyler nelerdi? Bugün onların tamamı ortadan kalktı mı?
12 Eylül rejiminin ardından; binlerce insanımız, solcu, Kürt, demokrat hatta barışsever....bunlar ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Çünkü ülke bir açıkhava hapishanesine döndü. Ben de bunlardan biriyim. Ben darbe olmadan önce çıkmıştım, bir kaç ay sonra darbe oldu, dönemedim. Tabi aranan kişiler arasındaydım ben de. Biz herhangi bir silahlı mücadeleye girmemiştik, elimize silah almamıştık ama yayın yapmıştık, görüşlerimizi söylemiştik, Kürtler için, aynı zamanda sol çizgide olduğumuz için hak taleplerinde bulunmuştuk. Bu yüzden aranıyordum. Vatandaşlıktan çıkarıldım. Bu Özal dönemine kadar devam etti. Özal döneminde beli bir yumuşama oldu. Türkiye, bizim vatandaşlığımızı çıkardığı bir kanunla iade ederek, uluslararası planda bir düzeltme yapmaya çalıştı. Özal'ın yaptığı, olumlu bir işti.
“TÜRKİYE 30 YILINI KAYBETTİ”,
“YURT DIŞINDA OLMASAYDIM, BELKİ DE KÜRT SORUNUNU ÇÖZMÜŞTÜK”
Yurtdışına çıkış hikayeniz, darbenin ayak sesleri ile oldu. Suriye’den dışarı çıkmak zorunda kalışınızın acısını, geri dönüş hediyesi unutturdu mu?
Doğrusunu isterseniz, 31 yıl uzun bir zamandır. Başlangıç dönemindeki acılar, etkinliğini yitiriyor. Yani şu anda bir acı var mı, onu hissediyor muyum, düşünmeliyim. Rahatım şu anda. Ama tabi 30 yıldan fazla kaybetti bu ülke. Ben en verimli yıllarımı yurtdışında geçirdim. Ve ülke 30 yılını kaybetti. Bunun olumsuz etkileri, bir süre daha devam eder. Hala toparlanmaya ve yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Ben yaşlı bir insan olarak ülkeme döndüm, toplumun belli beklentileri var, hem Kürtlerin hem de Türk demokratların, barışsever insanların. Sorumluluk duyuyorum. Diyelim ki benim yaşımda(75)insan, köşesine çekilmeyi ve dinlenmeyi düşünür artık. Ben de düşünmedim değil ama ne yazık ki insanların bu beklentileri de var. Hala yapabileceğim şeyleri yapmak istiyorum. Gençliğimiz gitti, halbuki daha o zaman darbelerle, baskılarla engellenmeseydi, bu enerjiyi, bilgiyi, birikimi, ülkenin demokratikleşmesi, özgürleşmesi için daha o zaman harcayabilirdik. Belki de toplum(Kürtler, Türkler olarak) olarak çok farklı bir noktadaydık. Belki Kürt sorununu şimdi çözmüştük, belki de ülkemiz çok daha demokratik bir ülke olacaktı ve bu sorunlarla boğuşmayacaktık. Bunu düşündüğünüz zaman, tabi ki acı duyuyor insan. Kişisel olarak değil, kişisel acılar aşılabiliyor, toplumsak acılar ve hala süregelen şeyler, insana onu hatırlatıyor.
“BENİM MÜCADELEMDE TUTARSIZLIK DİYE BİR ŞEY YOKTUR”,
“SOL, DIŞ POLİTİKADA ANTİ AMERİKANCILIĞI, İÇ POLİTİKADA ANTİ AKP’Yİ OTOMATİĞE BAĞLAMIŞ”
Beklentiler dediniz de....Dersim’de ‘Pir Sultan Abdal’la ilgili tiyatroyu basanlara karşı TİP saflarında savaştığınızı söyleyen Ömer Ağın, sizden, Behice Boran’ın tavrının tıpkısını beklemenin hakkı olduğunu belirtmişti. Sizin için beklentilerin ne kadar fazla?
Ömer Ağın'ın beklentileri nedir bilmiyorum, herkesin beklentileri farklı olur. Ben yurt dışında da bu tür tavırları gördüm, döndükten sonra da gördüm. İnsanlar genellikle ön yargılı oluyorlar. Saflarını seçmişler, bu durumda kendileri gibi davranmayanları suçlamaya çok hazırlar. Bunu aşmamız gerekiyor. Hoş görüyü kazanmadıkça, birbirimizi anlamaya çalışmadıkça sorunları da kavrayamayız ve çözemeyiz. Onun için bahsettiğiniz arkadaş, benden Behice Boran'ın tavrı derken neyi bekliyor, bilemem. Behice Hanım benim sevdiğim bir insandı, gurbette öldü, acaba gurbette mi ölmeliydim? Bu muydu beklediği? Benim mücadelemde tutarsızlık diye nitelenebilecek bir şey yoktur. Ben döndükten sonra bazıları böyle göstermeye çalıştılar. Ben önyargılı değilim, bence bu kusur değil ,meziyettir. Ön yargılar solun, birbirini anlamasını zorlaştırdı, sol örgütler arasında mezhep kavgalarına yol açtı. Eğer 12 Eylül darbesi olduysa, biraz da bundan oldu. Solun bir kesimi, dış politikayı, anti-Amerikancılığı otomatiğe bağlamış, iç politikayı anti- AKP otomatiğine bağlamış. Böyle politika olmaz. Sol, çağımızdaki değişimi görebilmeli. 1915'lerde yaşamıyoruz, Marx döneminde de yaşamıyoruz, sol, politikalarını yenilemeli. Kürtler de öyle yapmalı, politikalarını yenilemeliler bence.
“GİTTİĞİMİZ DÖNEMDE DEVLETTEN KAÇTIK, GELDİĞİMİZ DÖNEMDE İSE HÜKÜMET ADAMLARI BİZE 'HOŞGELDİNİZ' DEDİLER”,
“KÜRT OLDUĞUMUZU SÖYLEDİĞİMİZ İÇİN ÜLKEYİ TERK ETMEK ZORUNDA KALDIK”
Behice Boran gibi yurtdışında mı ölmeliydim, dediniz de....1950’li yıllarda vatandaşlıktan çıkarılan, vatan özlemiyle ölen Nazım Hikmet’e göre daha mı şanslıydınız, mücadelenizin uzaklarda sonlanması sizi daha mı kahraman yapardı?
Güncelleme Tarihi: 02 Ekim 2012, 14:06