,

On yavrulu bir anne!

Tabi evlerde yayılmış “Domuz ve yavruları” haberi kısa sürede yayılmış ama biz “köpek ve yavruları” diye düzeltince de hemen köpek ve yavruları mahallenin ilgisini çekmişti. Annem, “Bu Ramazan günü açtır o hayvan” diyerek, yarı kambur halde, yıllarca önce bizim evde biz yokken bir köpeğimiz varmış ve annem oradan kalma bilgisi ile hemen bir köpek yalı hazırlayıp, tencereyi elimize tutuşturdu.

On yavrulu bir anne!

 

M. Kemal AYÇİÇEK

İstanbul’dan dönerken çocuklarının anne ve babasına verilmek üzere bana verdikleri telefon hatlarını tam gece yarısı teslim etmek için zile bastığımda amcam henüz yatmıştı. Kapıyı yengem açtı, selam kelamdan sonra , “sizin çaylıkta bir domuz yavrulamış, tam görememiş ama amcan söyledi. Nasıl fındık toplayacağız” diye kaygılarını anlatırken bile sesi titriyordu. Yengem, çok etkilenmiş olmalıydı ki gecenin o vakti, benden domuz ve yavrularının çaresine bakılmasını istiyordu. Bana da ilginç geldi tabi, “Sabah ola hayır ola yenge bakarız bir çaresine” dedim, ayrıldım.

Fındık ayı başlamış, zaten kuraklık yüzünden de kimi fındıklıklarda fındıklar dallarından dökülüyormuş, hem de Ramazan ayı tamda fındık ayı ile birleşince bizim çocuklar bu işi bayram sonrasına bırakmayı düşünüyor ama babam, “Konu-komşu fındığa başlamış, millet neredeyse harman atacak biz hala oyalanıyoruz” diye sitemler edip, tek başına fındıklığa iniyor. O Fındıklığa inmeye hazırlanırken bizde dayımın büyük oğlu Yakup abi, kendi ağabeyim ve kardeşimle birlikte o gece yarısı bize söylenen çaylıktaki domuz ve yavrularını görmeye gidiyoruz. Babam biraz da sitem yüklü bir tonda bize duyuracak şekilde, “Domuz yavrularını görmeye eliniz boş mu gidiyorsunuz, saldırabilir hayvan, rahatsız etmeyin bari, domuzlar gider zamanla” diyor, biz de tedbir alıyoruz!

Bize söylenen yer tam olarak çaylıktaki eski su gölünün olduğu yer, yani kızılağacın altı. Eskiden köyde her evde suyun olmadığı dönemler de yemek ve içmek için değil ama genel amaçlı kullanımlar için evin su ihtiyacını istemlilerle karşıladığımız göldü orası. Fakat evlere su gelince artık göl kurumuş, toprakla dolmuş ama hemen üst kısmındaki kızılağaç yüzünden de göl bir sığınak haline gelmişti. İşte o bize söylenen “Domuz ve yavruları” da buradalardı. Fakat, yeni doğum yapmış ve sayısı da oldukça fazla olan yavrularının yanına eli boş gitmek, olası bir saldırıya karşı kendimizi korumak için yanımıza orak, sopa gibi şeylerde aldık. Ağır adımlarla göle yaklaştık, dört ayrı tarafından gözetleyerek göle yaklaştık. Ben tam da yengemlerin arazisine yakın taraftayım, Yakup abi önce, “Geyik yavrusu bunlar” dedi, hayvanın sırtını görünce uzaktan, ben biraz daha yaklaşınca görebildiğim kısımdaki ayakların köpek ayağına benzediğini farkettim, “Köpek ve yavruları” dedim. Nitekim, karşılıklı teşhislerden sonra daha bir cesaretle tam yuvanın yanına kadar gittik ki, gerçekten de bir köpek ve tam on tane yavrusu, o kızılağacın altında, gölden geri kalan kuytu dar bir yerdelerdi. O korku ve paniğe sebep olan “Domuz ve yavruları” söylentisi, yerini sevince bıraktı tabi, haberi yengem de duyunca mahalle birden rahatladı.

Çok iyi anlamam köpeklerden ama bana kurt köpeği kırması gibi geldi. Ancak İri ırk köpekler bir batında 10-12 yavru doğurabilirlerdi. Yavrularının hiç birinin gözleri açık değildi ve anne, içgüdüsel olarak eniklerini emziriyordu. Enikler, daracık bir yerde annelerinin memelerini bulabilmek için birbirlerinin üzerine çıkıyor, ne yaptıklarından habersizce onlarda içgüdüsel davranış sergiliyor, biz de artık her gün düzenli olarak köpek ve yavrularını görmeye gidiyorduk. Tabi evlerde yayılmış “Domuz ve yavruları” haberi kısa sürede yayılmış ama biz “köpek ve yavruları” diye düzeltince de hemen köpek ve yavruları mahallenin ilgisini çekmişti. Annem, “Bu Ramazan günü açtır o hayvan” diyerek, yarı kambur halde, yıllarca önce bizim evde biz yokken bir köpeğimiz varmış ve annem oradan kalma bilgisi ile hemen bir köpek yalı hazırlayıp, tencereyi elimize tutuşturdu. “Götürün bir leğende su ve bu yalı köpeğin yuvasının yanına bırakın, sevaptır” diyerek, o on yavrulu anneyi de korumaya almış oldu! Babam ilk başlarda bize sitemkar sözler etse de sonrasında o da birkaç gün sonra bizim zorlama ısrarımızla o köpek yavrularını görmeye gitti, dönerken de, “Allah’ın hikmeti, on tane yavru. Annelerin hakkı ödenmez” diyerek, doğruca eve gidip, köpeğe bu kez de kendisi yal hazırlayıp, yuvaya gönderdi. Sonra da, “Bu köpek bizim mereğe yanaştı bir gün ben de onu uzaklaştırdım, demek ki doğuracakmış, ben onu anlayamadım. Bu o köpek” dedi.

Alman kurdu kırması gibi olan köpek bizim mahallede zaman zaman görülen bir köpekti ama bir kapısı yoktu. Sahipsizdi, ya yavru iken alınmış ama yaz bitince İstanbul’a dönen bir ailenin köpeğiydi ki bu köpeğin sahipsiz olması bize pek mantıklı gelmiyordu ama sahipsizdi ki bizim çaylıktaki su gölünü yuva yapmıştı. Bir gece çok fazla yağmur yağınca köpeğin yuvasını su basmış, o gece anne köpek yavrularını daha açık bir alana taşımıştı ama yavruların gözleri hala açılmamıştı. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra köpek yavrularını bu kez tam da çaylıkta kesimi yapılmış çayların üstünde kesilmemiş çayların altına taşımıştı. Artık yavruların sesi, çayların arasından geliyordu. Birkaç gün sonra da eniklerin gözleri açılmış, artık anne yavrularını sadece geceleri emzirmek üzere çayların altına geliyor, onun dışında yavruların ve köpeğin yalını da oraya taşıyorduk. Zaman zaman mahallenin hayvan sever çocuklarından Hüseyin ve Furkan’da köpeğe yal getiriyorlarmış. Tabi sadece onlar da değil, Hamzacan, Hakan utku, Akif, Rafet, Mehmet, Günay, Zinnet, mualla, mahir, say sayabildiğin kadar!

Artık bizde fındığa başlamıştık ve köpek yavruları bizim sigara molalarımızda ağabeyimle kaçamak yaptığımız yer olmuştu. Hasan ve çocukları Yunus ve Bedirhan geldikten sonra köpek ve yavrularının bakımını adeta Hasan devraldı. Biz hazır yal götürmekten anlıyorduk sadece ama Hasan öyle değil, o kemikleri keserle kırıyor, dövüyor, sonra onları ateşte bir tencerede pişiriyor, sonra eniklerin yanmaması için de açık kaplara soğutarak döküyor ve enikleri besliyordu. Yal götürüldüğün de anne bunu anlıyor ve yuvadan gayet sakince uzaklaşıyor, eniklere yal verildikten sonra tekrar geri dönüyordu ama bunu genellikle gündüzleri avlanıp, geceleri yapıyordu. Aradan kısa bir süre daha geçtikten sonra yavruların havlamalarını evden duyar olduk, çaylıktaki oyunları, birbirleri ile kavgalarını duyuyorduk! Asıl yuvalarına bir daha geri dönmediler zaten, çaylıkların altı hem anne ve hem de eniklerin doğal yuvası olmuştu.

Bir gün yine Hasan, çocukları ile hazırladığı yalı eniklere götürdü ama çaylıkta yavrular düzgün beslenemiyorlar diye de onları evin tam alt tarafındaki fındıklığa kadar getirdik, burada beslemeye başladık. Yavrular, henüz süt emiyordu ama biz onlara daha farklı çorbalar hazırlıyorduk, nede olsa bir anne on yavruyu tam besleyemez diye elimizden ne geliyorsa onlar için seferber olmuştuk. Hatta fındıklıktaki sultani incirlerin olmuşlarını ezerek önlerine koyduğumuzda incirim şerbetini yalıyorlardı. Bir gün Furkan, “Köpek kaybolmuş, yavrular yalnız kalmış, yavrulardan 5 tanesini de bir şey parçalamış” diye söylemiş Hüseyin’e, Hüseyin’den de mahalleye yayılmış bu söylenti. Fakat biz yavrulara bakıyoruz, sayılarında eksilme yok, ama köpek ortalıkta gözükmüyor. Tabi Furkan ve Hüseyin, köpek ve yavrularını ilk yuvada gördükleri için o yağmurdan sonra köpeğin yavruları yukarıya taşıdığından haberleri yok, yuvayı da boş görünce böyle bir söylentiye sebep oldular. Sonra “Köpeğin sol ayağı kopmuş” diye bir söylenti yayıldı, kaynak yine Furkan’dı! Birkaç gün sonra anne köpeğin sol arka ayağının üzerinden bir otomobilin geçtiğini ve bacağını parçaladığını, köpeğin topallayarak yuvanın çevresinde görüldüğü söylendi. Biz gündüzleri avlanmaya gidiyor ve geceleri geliyor yavruların yanına diye biliyoruz. Her gece geliyor, yavrularını havlayarak çağırıyor, bir araya topluyor, hatta gece yarıları onlara havlama dersleri de veriyor, sesini duyuyoruz!

Eniklere incir molasından sonra bu kez bizim kel temel diye isimlendirdiğimiz fındıklıkta yavrularla oynuyoruz. Daha çok küçükler ama komutlardan anlıyorlar ve “gel bakim, gel bakim” dendiğinde geliyorlar. Biraz koşturunca tabi nefes nefese kalıyorlar. On yavrudan 6 tanesi erkek ve 4 tanesi de dişiydi. Bir kaç gün de fındıklıklarda özel yemeklerini verip, yavrularla oynadık. Bu sanki aklımızda olmayan ama meğer vedalaşma günümüzmüş! Köy muhtarı da oğlu Furkan’la geldi o fındıklıktaki eniklerin beslenme saatin de, her biri ayrı birer marifet sergiliyor, sanki birbirlerinin önüne geçmeye çalışıyor ve kendini sevdirme gayretine düşüyorlardı. Çocuklar onlara bayılıyor, bizlerde çocukları bahane ederek aslında çocuklar gibi mutlu oluyorduk onlarla ama tabi çocuklara çaktırmıyoruz güya. Köpek yavrularının eve çok yakın olmalarından seslerini duyan, kalçasına yeni protez takıldıktan sonra eve dönen annemin o yavruları görme isteğini yerine getiriyoruz. Bir tekne içinde yavruları alıp, Necati’nin çardağının altına götürüyoruz. Burada Babam ve annem birlikte enikleri seviyor, onlarla biraz gönül eğledikten sonra tekrar enikleri fındıklığa götürüyoruz. 

Ancak annenin yaralı olması, on yavruya bakamayacağı gibi bir kanaat oluşturuyor bizim evde. Meğer, Annem, babama, “Gidin bir hayvan barınağı bulun bari, bu yavrular ortada kalmasın, Devletin haberi olsun” diyormuş, babam bizden habersiz Belediyeye gidip, köpek yavrularının alınmasını, annelerinin bir veterinerce tedavi edilmesini bile istemiş. Belediye, köy muhtarını çağırmış, muhtar bir barınak aramış ama bir çare bulamamışlar. Bizim Hasan, Bayburt’ta öğretmen ve göreve döneceği için tüm bunları duyunca bir akşamüzeri bir çuval alıp, yavruları bu çuvala dolduruyor. Çocukları Yunus ve Bedirhan, babalarının ne yapmak istediğini anlıyorlar ve o çuvala birkaç kez hamle de yapıyorlar, çuvalın ağzını açıp, enikleri serbest bırakmayı deniyorlar ama olmuyor! Babalarına ters düşmemek adına, eniklerin bu bilinmez yolculuğuna birlikte çıkıyorlar. Otomobile binince Hasan, bana da “hadi sen da” diyor. Birlikte gidiyoruz. Hasan, annelerini de alıp gitmek istemesine rağmen anneyi bulamıyoruz! Enikleri korunaklı ve şenlikli bir yere bırakıyoruz! O sırada bir de yağmur başlıyor, bir iki saat sonra tekrar enikleri bıraktığımız yere geri dönüyoruz ki, enikler yağmurdan ıslanmış, bu kez daha korunaklı bir yere bırakıyoruz. Eve moralsiz bir şekilde dönüyoruz. Ama Hasan, Bayburt’a dönüyor.

Evin üst tarafındaki harmanın hemen kenarındaki fındıklıkta kurulu çadırda tek kalıyorum. Gece saat 00.55’te, çadırda kafamı koyduğum yerden bir inilti duyuyorum, ağlamaklı, sanki iç çeken bir insan sesi gibi geliyor bana, çadırın sürgülerini açıyorum, tam önümde bir gölge. Arka sol bacağı askıda, öndeki elektrik direğindeki lambanın yüzüme vurduğu, köpeğin bir siluet gibi önümden evin başına doğru gidişini görüyorum, çıkıyorum çadırdan köpeğin arkasından koşuyorum, “Sarıbaş, Sarıbaş” diye sesleniyorum ama dönüp bana bakmıyor, hiçbir şey yokmuş gibi gidiyor, olgun bir insan gibi bana kendini gösteriyor! Hafifçe yağmur yağıyor. Tekrar çadıra dönüyorum, üzerimi giyiyorum ve bir çuval alıp, otomobile atlayıp koyuluyorum yola. Amacım, köpeğin yavrularını bıraktığımız yerden alıp, geri getirmek! Biz, aileden köyde kimse kalmıyor, herkes İstanbul’a, Ankara’ya, Bayburt’a dönüyor ve ananın bacağı yaralı, yavrularına bakamaz, bu nedenle güya o yavruları daha güzel beslenip, büyüyebilecekleri bir ortama bırakmıştık ama o yaralı anne, bana sanki, “Git ve yavrularımı sen bana getir, biliyorsun nerde olduklarını” dercesine emir vermişti. Gittim, yavruları en son bıraktığımız yeri, etrafını, o semti gezip, “Gelsin bakayım, gelsin bakayım” diye bağırarak seslenmeme rağmen hiçbir yerden bir ses alamadım. Yavrular, bıraktığımız yerde yoktu! Demek ki köpeklerden anlayan birisi, yavruları görünce anlamış bunların cins köpek olduklarını ve hepsini birden almıştı!Yarım saat aradım tüm çevreyi ama bulamadım, geriye döndüm, tekrar çadıra girip yattım, on dakika sonra yine aynı ses ve iniltiler. Sanki bana, “Ne yaptın, ne oldu benim yavrular?” der gibiydi. Ben de olabildiğince ciddi bir sesle, çadırın içinden, “sende gördün, gittim ve baktım yavrularına, ama bulamadım. Bizim iyi insanlar, onları almış, yavruların emin ellerde merak etme sen, rahat ol. Sen kendine iyi bak. Bulamadım, özür dilerim” dedim ve o ses ve iniltiler gitti.

Sonraki günlerde o yavruları bıraktığımız yere her gün gittim, belki bir iz bulurum diye olmadı, babam, kardeşlerim de gitmişler ama yavruları bir daha göremedik. Yaralı anne, birkaç gece yarısı o yuvasının olduğu yerde dahil mahalle de yanık yanık inledi, havladı bir süre sonra bıraktı. Aradan bir ay geçtikten sonra o yaralı anneyi yine bizim mahalle de sık sık görmeye başladım. Kardeşimin Ankara’dan getirdiği bir Alman kurdu vardı, onun yavrularıydı bunlar. Bir de erkek kardeşi vardı, o da bizim mahalle de. Muhtemelen zaten yavrular da onun yavrularıydı. O yaralı anne, o erkek Alman kurdu ile takılıyor hala, dün akşam da yolun kenarında yatarken gördüm. Göz göze geldiğimiz de sanki bana hala bir şeyler söylüyor gibi oluyor, ses çıkarmıyor ama gözleri ile anlatmak istediklerini ben çok iyi anlıyorum! Arka sol bacağı, bilekten kurumuş ve hala öylece asılı halde geziniyor. Ama bir asillik var o köpekte, bunu tüm duruşuyla, vakarı ve olgunluğu ile anlatıyor! Müthiş bir hayvan, o, on yavrulu anne.

Güncelleme Tarihi: 21 Kasım 2018, 22:39
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER