M. Kemal AYÇİÇEK – Haziran 2012
Bir tuhaf adamdı rahmetli.
Trabzon'un Arsin ilçesine bağlı Oğuz zazanadandı ama aslın da o her yerde idi. Araklı'da, Yomra'da, Sürmene'de, Rize'de,Giresun'da, Trabzon'da, onda zaman mefhumu yoktu! Öyle bir değerdi.
Bir gün “İssiyin Ağa geliyor” diyerek bize nasihat veren amcam önce, “sakın kimse gülmesin, sakın kalbini kırmayın, sakın kimse ceplerine dokunmasın, kimseden bir gık duymayacağım” diyerek, bizi merakta bırakmıştı. “Ağa”yı duymuştuk, Ayvadere(Aho)’deki Ori Ağa, teyzemin kayınpederi idi, sık sık duyuyorduk namını ve “Ağa”nın ne demek olduğunu da onun sayesinde yakından tanıyorduk. Biz de zaten Demirayak Mehmet Ağa’nın torunlarıydık. Fakat, İssiyin Ağa, bizim bildiğimiz “Ağa”lardan değildi! O bir
Veli, abdal’dı. Yani, O “Gönüller Ağa”sı idi . Evde o sırada biz on çocuk vardık zaten, geniş aile olarak aynı çatı altında dedem ev reisi, bizim aile ve diğer amcamın ailesi ile bir de bekar amcamla yaşıyorduk. O bize sıkı sıkıya nasihat veren de zaten bekar amcamdı. Asker’den yeni gelmiş ki, sanki orada öğrendiklerini bizim üzerimizde uygulayarak, unutmamaya çalışırcasına bizi disiplinize ediyor. Sıkıysa uymayın uyarılarına, alim Allah anında haşlardı adamı.
Çağıl’ın oradan gözüktü İssiyin Ağa dedikleri, bir sağa bir sola derken ağır adımlarla ve yaylanarak geliyor, o an “ne kadar da nazlı ağa” diye düşünmüştüm. Yaklaştıkça amcam onu karşılamaya hazırlanıyor, eve zaten haberi ulaştırmışız, İssiyin Ağa gelince evde bir şenlik oluyor. Karadeniz de Hüseyin adı, “İssiin”, “İssiyin” gibi telaffuz ediliyor, “Hüseyin” demek, daha şehirlice kaçıyor ki pek kullanılmıyor. Mustafa’ya “Mustava” , Hasan’a “Hassan”dendiği gibi..Ben de İssiyin Ağa’ya, hiç “Hüseyin ağa” dendiğini duymadım mesela. Ya İssin Ağa, veya İssiyin Ağa denirdi. Öte yandan kimileri de “Deli issiyin” diyordu ama biz hiçbir zaman “Deli issiyin” diyenlerden olmadık. Başta dedem Hacı Muhammet (Hacı gaadir) olmak üzere, babamlar, amcamlar ve genelde Hacıhamzaoğulları kabilesinde de hep İssiyin ağa dendiğini bilirim.
Ayaklarında gara lastik, elde dokunmuş yün çorapları, yamalanmış ceket ve pantolon, işluk, kazağa benzer bir giysi, bir ince kravat boynunda,ceketinin üzerinde ayrıca bir palto, başında bir bere benzeri bir giysi,parmaklarında Hacı yüzükleri ve çok uzaklardan görülebilen şişkin cepleri ile ünlü İssiyin Ağa. 1913 yılında Arsin’in Oğuz Zazana ’da doğduğu belirtiliyor, nüfus kaydı diye bir olay olmadığından bu doğum tarihleri, Karadeniz de özellikle yaşlı kuşak için hep aşağı yukarı denilerek bilinir. 1977’de vefat ettiğinde 64 yaşında olduğu yazıyor mezar taşında, İssiyin Ağa 35 yıl önce vefat ettiğinde ben 13 yaşındayım işte. Zazana’dan, Aho, Zanike, Hara, Foşa, Humurgan, Yomra, gitmediği mekan yoktu!
Dedem karşıladı İssiyin Ağa’yı önce, babam ve diğer amcam gurbetteler o sıralar. Ter içinde kalmış, kapının önünde biraz soluklandıktan sonra Dedem,Nenem’e, Nenem’de gelinlere (Annem ve yengem) su hazırlamalarını söyledi, İssiyin Ağa her evde rahat edemezdi, dedem onun huyunu bildiği için ve o da dedemin bir dediğini iki etmediğinden, önce bir duş almasını sağladı. Ardından da yemek faslına geçildi. Nenem ocak başındayken, bizim yan odanın çok amaçlı dolabını(Hem yan odasından ve hem de kapağı olan, bir nevi ev ile oda arasında yemek, su, ekmek vs alıp verme dolabı) açıyor İssiyin Ağa, oradan evin içine bakıp, ocakta ne yemeği hazırlandığını görebiliyor. Nenem, Mısır unu ile hamsileri sıkıp, tavada hamsikuşu yapıyormuş, issiyin Ağa bunu görüp, dönüp odada dedeme, “abla bana kuş yapıyor” diyor ve gülümsüyor. Zaten gülücükler yüzünden hiç eksik olmazdı, belki ona çok takılan ve bunaltan (boğaltan) insanlara kızdığı zamanlar hariç tabi. Mana dünyasından bihaber olan insanlar, genelde bu tür insanlara “delidir, ne yapsa(yaparsan) yeridir” mantığı ile bakarlardı!
Yemekten sonra İssiyin Ağa, evin dışındaki tuvalete gidiyor, ardından Mahmut amcama bağırıyor, “mamut gel mamut gel gel” diye, sonra amcam önce gidip İssiyin Ağa’nın bel bağını çözüyor, İssiyin Ağa tuvalette hacetini yaptıktan sonra da, “bir ibrik su” istiyor, ardından tekrar “mamut, mamut gel gel” diye bağırıyor ve amcam koşturup, bu kez de pantolonunu düzeltip, İssiyin Ağa’nın bel bağını bağlıyor. İssiyin Ağa, “Alla razı olsun” diyor sık sık amcama..Biz tüm bunları uzaktan seyrederken, zaman zaman güldüğümüz fark edilmesin diye de uzaklaşıyoruz tabi.İssiyinağa’nın sadece o şişkin cepleri değil, jest ve mimikleri de bizleri güldürüyor ve bu hareketler zaten bizi mutlu etmeye yetiyor sebeplerdi çünkü öyle bir insanı, başka yerlerde görmek mümkün değildi, hele ablam, onun söz ve hareketlerini o gittikten sonra da bizlere resmeder ve sürekli gülmemizi sağlardı. Hani pozitif enerji denir ya, işte tam da İssiyin Ağa, gittiği her ortama o enerjiyi yayan, saçan bir “Gönüller Ağa”sı idi.
Tabi Mahmut amcam ona hizmette kusur etmemeye dikkat ediyordu ama babasının korkusundan mı, yoksa ona duyduğu muhabbetten mi orasını o zamanlar tam bilemiyorum ama İssiyin Ağa’nın o şişkin ceplerini hiç kimseye elletmediği hatırlıyorum. Onun evi cepleri idi, nesi var, nesi yoksa her şeyi ceplerindeydi ve zaten onu, hatırda bırakan da o kocaman cepleriydi. Annemin fasulye toplarken doldurduğu peştemalı gibi İssiyin ağa’nın her bir cebi vardı. Özel dikim cepler, hem pantalonun iki tarafında ve hem de ceket ve paltosunun her iki yanların da ve dolu dev ceplere sahipti. O ceplerinde genellikle ev kadınlarının ki, o ev kadınlarına “ganayaklı” derdi, o zamanlar yorgan ipliği, yorgan iğnesi, çengelli iğne, bel lastiği,çit çit, mendil gibi ihtiyaçları olabilecek eşyalar da bulundururdu. Çarşıda pazarda gezdiği tüm evlerde gördüğü bir eksik varsa kadınların istediği veya kendi gözlemlediği, onları temin eder, o eve bir sonraki gidişin de de mutlaka o kadınlara lastikse lastiği, iğne ise iğnesini veya çengelli iğneyi verirdi. O cepleri ile ilgili Ağabeyim, “Benim de bir çok anım var ama Ceplerini sadece anneme emanet ederdi, annem onun sırdaşı sayılır, o kadarını söyleyeyim ” diyor.
İssiyin Ağa’nın dikkat ettiğim bir yanı, ona özellikle ganayaklı dediği kadınların ondan istediği bir şey olursa bir sonraki gelişi ne zamansa o haneye tekrar geldiğinde o isteneni getirmesiydi. Bunu Anneme getirdiği bir yorgan iğnesi ile neneme verdiği bir bel lastiğinden hatırlıyorum. Fakat, o iğneleri getirdiğinde varsa dikilecek sökükleri, onları da anneme veya neneme güvenerek verir, başında bekler ve söküğünün dikilmesinden sonra da sevincini gösterir, dua ederdi kendi kavlince. Onun söylediklerini normal insanlar ilk tanıdıklarında pek anlayamazlardı, İssiyin ağa’nın söylediklerini anlayabilmek için onu biraz daha yakından tanımak gerekiyordu. İşte zaman zaman bizim anlamadığımız sözlerini amcam çok iyi anlardı ve İssiyin ağa’nın bize söylediklerini amcam tekrarlar ve biz de ona uyardık. Namaz kılacağı zaman bize , “kaçılın” dese, ne yapacağını biz bilemezdik, ama amcam, “çekilin önünden namaz kılacak” derdi. Fakat, bizim ailede cemaatle namaz kültürü vardır, sadece İssiyin Ağa hariç. O kendi namazını kendi Üslubuna göre kılardı, zaten kendine has bir kur’an dili vardı..
İssiyin Ağa’nın elleri de tam işlevsel değildi, tam sakat değildi ama tam mucurum da değildi. Hem bu durum konuşmalarına da yansıyordu zaten. Fakat İssiyin Ağa’nın görülmeyeni görebilen bir gücü vardı. Nerede bir felaket varsa, veya hangi hanede bir hasta varsa orada bulunurdu, onlardan önceden haberdar olurdu! Mesela yaşayanların anlatılarına bakıldığında Sürmene’den kalkan ve Samsun’a gitmekte olan yolcu ve yük dolu bir vapur’un Giresun açıklarında fırtınaya yakalandığı, o vapurun içindekilerin ha battı batacak diye korkuya kapılıp feveran ettikleri bir sırada İssiyin Ağa’nın Vapur’un yelken direklerinde görüldüğü ve, “batmayacak, korkmayın, sakin olun” diye bağırdığı ve millete moral verip sakinleştirdiği, ardından fırtınanın dindiği ve İssiyin Ağa’nın vapur’da görülemediği ortadan da kaybolduğu söylenir. Yine mesela İssiyin Ağa’nın Kaşıkçı’dayken,o dönemler şimdiki gibi çok araç olmadığı halde bir vasıta ile Trabzon’a gidenlerin onu Çömlekçi’de gördükleri anlatılır. Veya Hac’ca gidenlerin karayolu ile bir ayı aşkın süren Hac yolculuklarından döndüklerin de İssiyin Ağa’yı Kabe’de gördüklerini de anlattıklarına kimseler inanamaz. “Hacı”lar yalan söyler mi?“Hiç olur mu öyle şey” diye hayretler içinde kalır tüm bunları dinleyenler. Üstelik İssiyin Ağa’nın o yarım haliyle anlatılanları yapması normalde zaten mümkün değildir! Ama biz, anlatılanları aktarırken bile inanmakta güçlük çekiyoruz fakat, bunlar olmayacak şeyler de değil. Mana aleminde böylesi yetilere sahip insanlar günümüzde de vardır da biz onlara kim bilir o “Deli”dir bakış açısı ile bakıyoruzdur ne dersiniz?
Fotoğrafını Yeniköy’den Hüseyin Öztürk çekmiş, İssiyin Ağa’yı ,Sağır Fatme lakaplı Fatma teyze ile. Fatma teyzenin İssiyin Ağa’nın teyzesi olduğunu söyleyenlerde vardı, Fotoğrafı görünce mezarını sordum, Yeniköy’de merkez caminin yanındaymış. Oraya gittim, Ali Beşiroğlu ve Cami imamı ömer çalışkan’la birlikte, hem mezarı ziyaret edip bir Fatiha okuma fırsatı buldum hem de mezarın fotoğrafını çektim. Allah gani gani rahmet eylesin. Ardından da İssiyin Ağa ile lgili söylenenleri dinledim.
Remziye A(74); Bana “pambuk” derdi İssiyin ağa, Annem, onun “ermiş” bir insan olduğuna inanırdı. Babamın teyzesi Fatma hala(Sağır fatme), İssiyin ağa Oğuz Zazana’dan Fatma hala onunda teyzesi. Ağrısı olanlara yelbağı derdik, onu yapardı. yorgan ipliğinden, hem bağlar hem okur, ve ağrısı olana verir, böylece şifa olurdu millete. Hasta olan insanları o kendisi anlar, gider okur, üfler, hasta olan insanları rahatlatırdı. Veli mi, derviş mi, Hızır mı ne dersan de, öyle bir insandı işte, öyle anlatmakla anlaşılacak gibi değildi. Bize çengelli iğne verirdi, yorgan yüzlemekte iplik verirdi, Allahım rahmet eylesin ruhuna, babamın akrabalarındandı. Babamın teyzesinin oğlu idi. Pervane’den bir kadın geldi, uzun boyluydu, o Oğuz Zazana (oğuz mahallesi)’dan, Hacı ibşiroğullarındanmış, İssiyin ağa,onun amcasıymış”
Hacı Hoca Dursun Ali (76) ;Yeniköy’den Hacinnoğlu İbrahim’in torunlarındandı. Hacı Piroğun Alaybeyin oğlu Hasan’ın ve Ayşe nenenin oğludur.“Manevi gücü olan bir insandı issiyin ağa, babamın da çok değer ve itibar ettiği bir insandı. okuduğu insanlar şifa bulurdu. Trabzon’un Sürmene (Humurgan)ilçesinden Samsun’a giden bir vapur’un fırtınaya tutulduğu ve batmak üzere olduğu sırada o vapurun direğinde İssiyin ağanın görüldüğü ve yolculara, “korkmayın, batmayacak” diyerek, insanları teselli ettiği ve ortadan kaybolduğu anlatılır. Falkoz Kur’an kursundaki Hacı Ahmet Özdemir hoca bana nakletmişti;
Annesi hasta yatarken İssiyin ağa’nin evlerine geldiğini ve kendisine, “evde hasta var onu okuyacağım” diyerek içeri geçtiğinde, “bende o sırada kalbimden ‘acaba ne okuyacak’ diye , aklımdan geçirdiğim, tam o sırada İssiyin ağa dışarı çıktı, bunu anladı ve bana döndü, “ne okur okurum, kalbini düzelt” diye hers etti, şaşırdım, kaldım, O bir veli idi” dedi.Ona bende katılıyorum.Bir de ben askere giderken de babamı teselli ederken gördüm İssiyin ağa, babama, “ asker oğlun çok iyi yere düşmüş, iyi asker olacak, meraklanma ,çok rahat edecek” dedi, Ben daha nereye gideceğim bile belli olmadan, dediği çıktı, gerçekten de rahat bir askerlik yaptım. Millet nazarında lakabı “deli issiyin” algısı vardı ama babam, onun sözlerine itibar ederdi. Nerede bir felaket varsa orada Hızır gibi bulunur, felaketin olduğu yerde görülünce de millet rahat eder, o felaket ortadan kalkardı.
İssiyin Ağa, hakiki bir Allah dostu idi. Namaz kılardı. Onun şöyle bir anlayışı vardı, nerede olursa olsun tüm evler ona açıktı, her kapıya giderdi. Kapıya giderdi derken dilenmek için değil, yani onun için “yabancı” mevhumu yoktu, evi, barkı yoktu ama tüm evler onun evi gibiydi. Bizim Alidayın Yusuf’un eşi Hatun Teyze’nin Teyzesinin oğluydu, onun evinde, bizde sık kalırdı. Çok az sayıda insan, ona deli gözü ile bakar ve öyle davranırdı ama ona o gözle bakanlar da bir şekilde o bakışlarının cezasını mutlaka öderdi. İssiyin ağa, Allah’ın sevgili bir kulu idi, nur içinde yatsın.
Veliyyullah melekelerine sahipti.
Hacı Mahmut A,(62)” Zazanalı İssiyin ağa, bize gelirdi, babam da biz de ailece onu çok severdik. Onun evi, cepleri idi. Cepleri dolu ama öyle ufak cepleri yoktu, özel birer çuvalı andırır haldeydi ve nesi varsa yoksa o ceplerinde taşırdı. Ceplerinde beyaz yorgan ipliğinden, çengelli iğneye, bel lastiğinden, normal iğneye varıncaya kadar ev hanımlarının ihtiyaç duyduğu ne ararsan vardı. Misafir olduğu evlerde eksiğini gördüğü iğne ipliği kadınlara hediye eder, para almazdı. O ceplerindeki beyaz iplikleri okur, düğüm yapar, rahatsızlığı olan insanlara dağıtır, ağrılara şifa olurdu. Sadece bize değil o herkese giderdi, tüm kapılar ona açıktı. Sabah erkenden kalkar, kahvaltısını yapar ve öylece giderdi. Ayda bir veya iki defa uğrardı bize. O her gelişinde belini mutlaka bana bağlatırdı, kayış yok uçkurla bağlardı belini ve herkese de güvenmezdi, ama güvendiği insanlara belini bağlatırdı. Sonra da “Alla razı olsun” derdi. O bir Tanrı misafiri idi. Konuştuğunu herkes anlayamazdı ama söyledikleri anlaşılırdı. Kendi elleri ile uçkurunu bağlayamazdı, Tuvalete giderdi mesela, bana bağırırdı belini bağlatmak için beni nerde görse “mamut, belimi bağla” der, ben bağlardım. Ben onun bel bağlayıcılarındandım. Ona karşı hiçbir zaman saygısızlığım olmazdı, zaten olamazdı, babamın dostu idi. Gördüğü insanları asla unutmaz, kimin kim olduğunu nerde olursa olsun mutlaka bilirdi, öyle bir hafızası vardı. Annem evde Hamsikuşu yaparken,(Mısır unu ile hamsiyi sıkar, köfte şeklinde pişirirdi) hamsikuşuna “kuş” derdi İssiyin ağa ve bizim yan odanın dolabından eve bakar, ocaktaki pişen yemeği görür, bir çocuk gibi sevinir ve döner odada da bizlere “abla bana kuş ediyor” der, hem sevinir hem de gülerdi. Burada yatardı ama bir başka yerde de aynı anda görülebilirdi. Onun Mana alemindeki gücü konuşulurdu”
Arsin Oğuz zazana mahallesinden 68 yaşındaki Hakkı Gençtürk, issiyin ağa ile hatırladıklarını anlatırken, "hiç unutmam ağabeyim Yakup'un bir öoğlu doğmuştu, sabaha karşı ama iki saatlık doğma idi bir baktık ki issiyin ağa geldi, "ali,ali,ali" diye eve girdi.Yakup abimin annesi ona ne olduğunu söyledi, dediki "ali doğdu ya ali" diye cevap verdi. Ağabeyimin oğlunun doğduğunu kimse ona söylemeden öğrenmiş ve adını o koydu,dedemin adını ağabeyimin oğluna vermişti. hepimiz şaşmış kalmıştık"
yine issiyin ağanın torunlarından salim Gençtürk'te İssiyin ağa ile ilgili köylerinden bir komşu çok sevdiği atını satmak zorunda kalmıştı.İssiyin ağayı görünce ona "ben ne zaman yeni bir at sahibi olabilirim" diye sormuş, issiyin ağa da ona, "at sana gelecek" demişti. iki gün sonra o sattığı at, karşı köyden kaçmış ve sahibine geriye dönmüştü. Keramet sahibi bi insandı, mekanı cennet olsun"diye anlatıyor.
Refiye ablanın anlatımıyla,
“Gara ayşe yeni doğmuş, 10-15 günlüktü. Ben ahırdaydım, eve geldim ki issiyin aga eve girmiş, kızı kondağında bakmış, ben kapıdan içeri girdim o da bebeğin yanından çıkıyordu. Dedi ki, “kızın adını ne koydunuz” dedim Hayriye, dedi ki , “Hayriye okunmaz, hakkım olsun kızın adını ayşe koydum, gara ayşe, değiştirmayın. Çok güzel bir kız olacak” dedi, Rahmetlisi, annesinin adı Ayşe idi, okudu üfledi.”
Yine Refiye abladan dinliyorum, “bir gün Hara’ (Yeniköy)ya gittim, iki ırmak arasında bir yerde , ifterlukte İssiyin ağa yatmış uyuyor, yanına yanaştım, geri çekildim uyandırmayayım diye ama uyandı, neden burada yatmışsın, gelseydin bize, şuradaki eve gitseydin, İssiyin ağa dedum, dedi ki “Allah sabum(Sahibim Allah), bişe olmaz” ..cepleri dolu, ağır yürümüş, terlemiş, yatmış uzanmış , evi yok işte, nesi var nesi yok, hep ceplerinde garip. Biz de iki defa kalmıştı. Allah Rahmet eylesin, mekanı cennet olsun”
Sait Ayçiçek’ten dinliyorum, “deli issiyini mi soruyorsun?” diyor, İssiyin ağa’yı sorunca.. sonra da gülüyor, ardından da, “Millet ona deli issiyin derdi ama ben onu çok severdim, hiç de deli değildi, aksine ben ona büyük bir hayranlıkla saygı duyardım, hiç de onu kızdıracak bir yaklaşımım olmazdı. Hele onun Mekke’de görüldüğünü de duyunca ona olan hayranlığım kat be kat arttı. O aslında bir veli idi ve mekan sorunu yoktu”
Ali Beşiroğlu, (Ali hoca); İssiyin ağa bir gece bizde kalmıştı, o gün de Cuma. Foşalı camisinde Cuma namazı için abdest alırken issiyin ağa yanımdaydı. Babam benden Foşa altına gidip, oradan amcamı çağırmamı istemişti, arazi bölünmesi olayı vardı, ben Cuma namazından hemen sonra koşarak gittim foşa altına (Fındıklı beldesi), bir de baktım ki issiyin ağa orada, şaştım kaldım. Çünkü ben yolda hiç oyalanmadım ve koşarak gittim, issiyin ağa, normal yürüyüşü ve zaten ceplerinin yükü ile oraya benden önce gitmesi mümkün değildi ama oradaydı işte.(rahmet olsun ruhuna)
Ömer Çalışkan( Yeniköy camii imamı) Ben göreve yeni geldim ama duydum Hüseyin Ağa’yı cemaatten dinledim, muhterem bir insanmış, mekanı cennet olsun.
Şakire A (Okumuş); “babam severdi İssiyin ağayı, Aho’da bize de gelirdi, tanırdık. Konuşmasından pek anlamazdık ama ne istediğini anlardık.Hacı baba, İssiyin ağa’ya hizmetimizden memnun olurdu,ona çok itibar ederdi. Yatak yapardık ona, ceplerini saklardı, yumak eder, başının altına koyar öyle yatardı, ceplerinde ne taşır, onu da kimse bilmezdi.
Piri Ayçiçek ; “Allah rahmet eylesin.Alçak boylu kendine has tavırları olan bir zattı.Rabbimin rahmeti İsinağa'nın üstüne olsun”
Ömer Ayçiçek haci dedemi hatırladım; onun bize gelişini ve dedemin misafir edişini...allah ikisine de rahmet eyleye..
Bunları dinleyince “Veli” nedir diyenler için de;(1)
Bir Kutsi Hadis’de,
“Kim ki velilerime ikramda bulunursa onu, kendime yapılmış sayarım. Velilerim, kubbelerimin altındadır. Benden başka onları kimse bilmez.” (Belki burada halk içinde gizli velilere işaretin yanında, Rabbimizin kubbeleri altında velilerin nasıllığını, niceliğini, ne olduğunu bilememeye işaret vardır. Bana bağlanmış olan velilere, ben de itaat ederim (dileklerini yaparım). Onlar da benim izzet ve cemalime kuvvetli ve muhkem tutunurlar. Allahüalem.)
Bir başka Hadis’te de Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed(a.s.v);
“Muhakkak benim ümmetimde öyle erkeklerde vardır ki, onlar halktan ayrıdır. Halk onlara, hayretle bakar ve onları deli zanneder. Onlar da halkı deli olarak görür. Şunu muhakkak biliniz ki, onlar abdaldır (veliler zümresindendir).” buyuruyor.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (Hz)’de Velileri’n gücünü ifade ederken;
Ulu velilerin hareketlerini, duruşlarını, bereketlerini ibadetlerini, dilediği yere gitme ve dilediğini yapma hususundaki kuvvet ve kudretlerini (güçlerini) bildirir.
“Ey aziz, Ehlullah' demişlerdir ki: Velilerin tavır ve hareketleri , hal ve vasıfları, peygamberlerinki gibidir. Onların adap ve erkânı, ayinleri, şanları Peygamberin şanıdır. Veliler Allah'ın yanında peygamberler mertebesine yakın, şehitler payesinde, derecesindedirler. Onlar, peygamberler gibi sırf Allah'ın rızasını dilemek ve ona nail olmak için ana, baba, evlat ve akrabalardan kaçınırlar.
Onlar mal, mülk ve mevki sevgisini terk etmişler, tevazu (alçak gönüllülük) ve kanaatla nefislerini kırmışlar ve böylece nefsin fani (geçici) olan haz ve lezzetlerinden vazgeçmişlerdir. Allah sevgisiyle gam çekip, derdi ile nimetlenip, hüznüyle lezzet duyarlar. Allah'a kalblerinden gelen yanık bir yalvarışla niyazda bulunur ve Peygamberlerin yolunda giderler.
Onların kalpleri Allah'a bağlıdır. Ruhları, ilahi ahlakla bezenmiş, bilgileri onun hikmetlerinin ilhamıdır ve bir saat hastalanmaları bir yıllık ibadettir. Bakışları, ibret gözüdür, konuşmaları hayır ve nasihattir. Latifeleri (şaka) ağırlığı giderir. Gülüşleri lütuf ve şefkattir. Susmaları, Allah'ın huzurunda duruştur. Teneffüsleri tesbih ve ibadettir. Uykuları, vahdet (birlik) alemini gezmektir. Ölümleri sevgiliye kavuşmanın bayram sevincidir. Onlar, Allah'ın kudret eliyle korunurlar, iki alemde de emin ve sevinçlidirler. Muhalif ve muarızları yenik, kendileri yenmiş ve üstün gelmişlerdir.
Ulu velileri gayelerine ulaştıracak yolun uzunluk ve kısalığı, ayakla gidilecek mesafelerden değildir ki, insan kuvvetiyle o mesafe kestirilsin. Bu ancak ruhani (manevi) bir yoldur ki, gönüller onda seyir ve sülûk eder (yürür ve gezer). Aklı erdiği kadar anlar, gözü görebildiği kadar gider. Düşünme, inanma ve şuhud (görüş) ile o yolu geçer. Bunun aslı, ilahi nazardan fışkıran semavi (göğe ait) bir nurdur ki, kulun kalbine iner. O kul, onunla bakar ve iki alemi gerçeğiyle görür ve onunla Külli Akla varınca, ruhunu, varlıklara akmış ve onlara geçmiş görür. Bütün eşyayı, kendi organları imiş gibi bulur ve o durumunda, Allah'ın yardımıyla alemin bütün işlerini idare edebilir.
Bu sebepten o kamil, tasarruf sahibidir. Yani; istediğini ve dilediğini yapabilir. Bu öyle bir nurdur ki, bir kimse onu yüz sene ister ve bulmaya çalışır. Fakat kalbinde ondan bir iz bulamaz. Çünkü o cehaletinden, bilgisizliğinden, isteğinde hatalı davranır ve bu yüzden dilediğini bulamaz. Kimisi o nuru ancak elli senede bulur. Kimisi on yılda bulabilir. Kimisi bir ayda bulabilir, kimisi bir günde, kimisi bir saatte, belki de bir anda Cenab-ı Hak'kın yardımıyla o ilahi nuru kendi gönlünde bulur ve onunla marifet devletine erişip muhabbet saadetine nail olur ve Arif ve Kâmil olup her muradını alır”
1-(Veliler ile ilgili kısımda kaynak;//www.necatiaksu.net/dosya/uluveliler.htm)
yazıyı yazandan allah razı olsun. ancak bir düzeltme yapayım. hüseyin ağa güneyceli değil dir. daha doğrusu oğuz zazana güneycenin karşı köyüdür.