,

Devlet, çocuklarını dikizliyor!

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Kırşehir Erkek Yetiştirme Yurdu’ndan 12’si öğrenci, 2 yönetici ve bir de araç sürücüsü toplam 15 kişilik bir grup, Trabzon’da beş gün kaldı. Trabzon Valiliği’nin Bahçecik’teki ‘Sevgi Evleri’nde konakladılar.

Devlet, çocuklarını dikizliyor!

 
 

M. Kemal AYÇİÇEK 

Kırşehir’den  Trabzon’a beş günlük bir kamp (tatil) amacıyla gelmişlerdi, onlar Devlet himayesindeki gençlerdi. Onlarla iki gün gezdim. Onlar Devletin çocuklarıydı, onlara gezilerinde eşlik etmek, zaman ayırmak benim için de güzel bir bahane oldu. Fındık ayının yoğun günleriydi, soluklanmış oldum.  O iki günde nereleri gezdik, gezdiğimiz yerleri ve diyalogları aktarayım istedim. Gezimizin ilk gününde program dışına çıktık ama bir de deniz kazasını ucuz atlattık! Ama yaşam bu, hiç ummadığınız bir anda sorunlarla da karşılaşabilirsiniz, çok güzel bir gününüz sona ererken telaşta edebilirsiniz, bunlar hayatın olağan halleri. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Kırşehir Erkek Yetiştirme Yurdu’ndan 12’si öğrenci, 2 yönetici ve bir de araç sürücüsü toplam 15 kişilik bir grup, Trabzon’da beş gün kaldı. Trabzon Valiliği’nin Bahçecik’teki ‘Sevgi Evleri’nde konakladılar. Çok güzel yapılar, güzel manzara, sıcak yemekleri, yatakhaneleri, Plazma TV’li oturma salonu, dolapları, yatakları her şeyleri pırıl pırıldı.12-18 yaş grubunda olan gençler, kurum içinde belli kıstaslara göre seçilmiş, kiminin yurt içinde davranışları, kiminin derslerdeki başarı durumu.  Yine kurum içinde karşılıklı değişim programı kapsamında yurdun değişik illerinde kamp adını verdikleri gezi yapıyorlar.

Sabah erken saatlerde grupla tek tek tanıştık. Kırşehir Erkek Yetiştirme Yurdu’nun yine aynı kurumdan yetişmiş Müdür yardımcısı Mehmet Özdaş, yanında öğretmen Ömer bey ile birlikte oturdu. Bir minibüstü aracımız. İlk gün Trabzon’un Esiroğlu Beldesi’ndeki Atasu barajı, ardından da  Maçka İlçesi’nde bulunan Sümela Meryemana Manastırı, Hamsi köy ve Zigana dağına çıktık. Yola çıkarken Müdür yardımcısı Mehmet Özdaş’ın gruptaki gençlere, ”Bakın yanımızda bir gazeteci var her türlü davranışınıza dikkat edin” uyarısını duydum. O andan itibaren de ‘Devlet’te çocuk olmak’ nasıl bir şey diye de tüm gençleri tek tek gözlemlemeye başladım. Oysa ben daha gezinin başında gençlerin uyarılmasıyla zaten rahatsız olmuştum! Hem gezi hem de bu gezide gençlerin gönüllerince rahat olamayıp, davranışlarına dikkat edecek olmalarına sebep olmuş olmaktan rahatsızlık duydum. Kendimi o gençlerden birinin yerine koydum, içimden ‘Hay senin yaptırdığının gezi’nin ben’ dedim tabi. Her halde o gençler de aynısını zaten söylemişlerdir!

Trabzon’dan Maçka’ya doğru yöneldiğimiz de Mehmet beyin zaman zaman bazı isimleri söyleyip, ikaz etmesi ardından da, ‘ Yaptığınız her şeyi görüyorum, haberiniz olsun bak’ diye kimin kime takıldığını, zaman zaman da ayağa kalkıp, aracın arka tarafına doğru gidip, geldiğini görüyorum. Ben aslında zaten aynı kurumda yetişmişliğin bir hüneri sanıyorum bu durumu ama yok meğer bizim Mehmet bey, aracın dikiz aynasından aracın arka koltuklarında ne olup olmadığını dikizliyormuş! Bunu o gün sonunda geziden dönüşte anlayabildim. Ara sıra Mehmet bey’in, “nasılız” sorusuna koro halin de ,”iyiyiz” cevabı geliyor. Yol kenarında satılan fındıklardan iki kilo fındık  aldık araçta yensin diye, yendi de ama bir ara o fındıklar yüzünden arka tarafta bir tartışma oldu. Tam olarak ne olduğunu anlayamadım, araçta biraz ters hava esti! Belli bir süre sessizlik oldu, ardından bir balık çiftliğine varıp, yetiştirilen balıkları görünce o sert hava dağıldı. Sümela Manastırına çıkıncaya kadar bol bol fotoğraf çekip, iyi vakit geçirdik.

Sümela Manastırı, Milli Park içinde olduğu için araçla girişte bir ücret, manastır önünde de giriş ücretlerini ödemeden, Devlet’in Çocukları sayesinde ücretsiz geçtik! Manastır’dan öylesine bir ilgi ile çıktık. Öğlen yemeği molası verilecekti Sümela’dayken ama Hamsiköy’de karar kıldık. Hamsiköy’e vardığımızda lokantalarda yemek için sadece sütlaç olduğunu, sütlaç dışında da başka bir yemek olmadığını öğrenince şok olduk! Oysa aynı Hamsiköy’de ne lokantalar vardı, şimdi Trabzon’da Değirmendere’de o lokantaların adı altında işletmecilik yapılıyor. Yemek için Hamsiköy’ün yukarısındaki Zigana dağı yolu üzerindeki dağ tesislerinde köfte molası verdik. Kırşehir’den gelmiş bu gençler, Karadeniz bölgesinin yemeklerine pek ilgi göstermediler. Zaman zaman ısrarcı da oldum ama mesela lahana sarmasını onlar yaprak sarması olursa yiyebilirlermiş, yaprak sarması da Karadeniz ters! Şükür ki gençler, köfteleri beğendi. Zigana tüneline çıkarken Trabzon il sınırlarından çıkıp Gümüşhane il sınırlarına geçtik. Bin 702 metre uzunluğundaki tüneli karşıya geçip, fotoğraf çektikten sonra da dönüşe geçtik. Dönüş yolunda madem gençler gezideler, hem deniz sezonu varken akşam deniz, köyde bir yemek ve ardından da semaver çayı sürprizi yapalım dedik, gençler buna bayıldı. 

Gençlerin konakladığı Trabzon’un Bahçecik tepelerindeki sevgi evlerine gidip, gençlerin deniz malzemelerini alıp Araklı’ya gittik. Önce akşam yemeği için ekmek, ızgara için yeterince de tavuk alıp,  Lebiderya denilen mevki de denize girdik, hava kararmıştı, bir ara adı Salih olan genç yanıma geldi, ‘az ilerde düştüm de karnımda biraz ağrı var, bir şey olur mu?’ diye sordu. Suyun içindeyiz, Salih’i biraz suyun üzerine çıkardım, o ağrının olduğu yere baktım, Salih’ten kan akıyordu, hep birlikte yarım saatlik deniz sefasını bitirip aceleyle çıktık denizden, Salih’i Hasta haneye götürdük. Salih meğer deniz de ayağı bir taşa takılıp düşmüş ve o düşüş sırasında da ya bir cam parçası veya keskin bir kayaya takılmış olmalı ki, karın alt bölgesinde on santimlik bir derin kesikle yaralanmıştı. Salih akıllılık edip gelip sormuş ve öylece olayın farkına varmışız, o ağrıya aldırmayıp, sessiz kalsaymış o deniz kazasını çok da ucuz atlatamazmışız meğer!

Hasta hane zaten bizim köyün hemen altındaydı. Salih’in tedavisini yaptırıp köye çıktığımız da bizim gençler, semaverleri yakıp,  iki ızgarayı da zaten yakıp hazırlamışlardı. İki büyük sofra kurduk harmanda ve misafir Kırşehirli Devlet Çocuklarına Karadeniz köyünde bir akşam yemeği vermiş olduk. O gençler, bizim mahallenin gençleri ile kısa da olsa tanışıp,  kaynaştılar. İncirler yeni olmuş, bol bol incir ikram ettik ama inciri de pek beğenmediler! Gezinin ilk gününü dolu dolu yaşayan gençlerden biri yanıma geldi, “sayende denize girdik abi, teşekkür ederim, mükemmel bir gündü” dedi. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar da semaver çayımızı içip, bol bol sohbetten sonra misafirlerimizi gece yarısı uğurladık.

İkinci gün güzergâhımız Uzungöl

Akşam köydeki mangal ve semaver, Kırşehirli gençlere iyi gelmiş olmalı ki, sabahın erken saatlerinde her birinin yüzü gülüyordu. Of’ta akaryakıt alırken o gençlerden biri gidip biri geliyor, “dondurma ister misin, benden!” diye soruyorlar, ikramda bulunmak istiyorlar ama ben dondurmayı, melezleştikten sonra pek sevemiyorum, istemedim de ama araca bindiğimiz de Ali Osman Eflatun’un emrivakisi ile zorunlu olarak ikram ettiği dondurmayı yedik. Zaten Hapsiyaş köprüsü de o dondurma yeme mesafesindeydi. Kiremitli köprüde denen bu yer, Solaklı vadisinin resepsiyonisti adeta. Vadiye yolu düşen her kimse Hapsiyaş köprüsünün heybetine kendini zaten kaptırıyor ve bu köprüde bir hatıra fotoğrafı çektiriyor. Zaten bu yüzden şimdi Kiremitli köprünün çevresinde hummalı bir peyzaj düzenlemeleri yapılıyor. Hapsiyaş köprüsü molasının ardından artık Uzungöl’e varıyoruz. Hava açık ve güzel bir sabah güneşi ile Uzungöl’ü farklı tepelerden seyrediyor ve bolca fotoğraf çekiyoruz. Ardından da Uzungöl’ün sağ yakasına düşen yaylaları da görelim diyoruz. Yükseldikçe sis bastırıyor, göz gözü görmüyor ama bulutların üzerinde Yaylaönü ve Şekersu yaylalarına çıkıyoruz. Geri dönüş sırasında ormanda ligarba, bir farklı deyişle likapa veya yaban mersini buluyoruz, tüm gençler araçtan iniyor, yolumuz üzerindeki yaban mersinlerinden kendileri toplayıp bu meyveyi ilk kez tadıyorlar.  Uzungöl’e geri döndüğümüz de herkes acıkmıştı artık, ikindi vakitleri Kırşehirli gençler, topluca bir tavuk dönerciye giriyor ve burada yemeklerini yiyor. Yöneticiler burada fatura istiyor ama fatura yok, fiş veya benzeri bir belgede alamıyorlar. Bu tür kafileli gezilerde fatura önemli, biraz ısrardan sonra işletmeci, konu komşudan temin ettiği bir belge ile kafileden kurtuluyor!

Devletin çocukları, yemeğin ardından karting alanına gidiyor, boyu araca uygun olmayan küçüklere izin verilmiyor ama bir dadikalık avantajla iki grup, burada bir süre yarışıyor. İlk gruptaki gençler, karting sırasında normalden fazla kaza yapınca işletmeci birkaç tur dönmüş gençlerin önünü kesiyor ve paralarını geri iade ederek, araçlardan indiriyor. Kimi bisiklet turu yapıyor, kimi de langırt oynuyor, kimi silah atışlarında zamanını değerlendiriyor ve dönüşe geçiyoruz. Bu sırada Mehmet bey, kafiledeki gençlerden iki kişinin adını söylüyor ve, “bunlar en iyileri” diyor. Bakıyorum, Mehmet bey’in verdiği isimler, iki günlük gezi sırasında sesini hiç duymadığım isimler oluyor. Ağzı var ama dili yok olanlar demek ki, “iyi çocuklar” oluyor! Gezi boyunca 12 genç, zaman zaman gelen telefonlardakilere, “baba” diyor koro halinde, zaman zaman da “müdür baba” diye hitap ediyorlar Mehmet bey’e. Uzungöl’den ayrıldık, yolda tüm gençler uyku moduna geçti. Gençlerin Trabzon’daki son kamp günü, Akçakale’deki Mersin plajında gün boyu denizdi. Gezideki tüm gençlerden beş günlük Trabzon kamplarının bir yazısını istedim, “olur” dediler ve vedalaşıp ayrıldık. Kırşehir Yetiştirme yurdu gençlerinin bu gezimiz sırasındaki psikolojik hallerini bir başka yazımda aktaracağım. Şimdilik kalın sağlıcakla.

Güncelleme Tarihi: 21 Kasım 2018, 22:01
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER