M. kemal AYÇİÇEK
www.karadenizolay.com (özel)- Yaz mevsimleri genelde düğün sezonunun da başladığı bir mevsim. Okulların tatile girmesi ve gurbetteki yakınlarında iştiraklerinin sağlanması amacıyla genelde tatil dönemine denk getirilen düğünler, yaz mevsiminin de geleneksel etkinlikleri haline gelir oldu. Tabi eski köy düğünleri değil de artık salon düğünleri ağırlıklı olunca ister istemez bugünün düğünleri, geçmiş dönemlerdeki düğünler kadar insanlarda kalıcı ve hatırlanacak iz bırakmayabiliyor. Salonlar farklı olsa da artık hep belli Ritüellerden öte geçilemiyor. Eski dönemler de düğünlere davet götürüldüğünde, “horon var mı?, horon varsa gelirim” denir öylece söz alınırdı ama şimdi, kuru davetiyelerle yapılıyor çağrılar.
Düğün sahibinin kişiliğine göre ya da yaşam tarzına göre şekillenen düğünlerde kimi zaman her hangi bir çalgı ve oyun olmazken, kimilerin de her türlü çalgı olabiliyor. Kimileri düğünü dini usulleri esas alarak salonlarda mevlüt veya Kur’an-ı kerim okutarak yaparken, kimileri de sade bir proğramla sadece düğün salonunun organizasyonlarına uyuyor. Kimi yörelerde de düğün sahibinin arkadaş çevresinin istek ve taleplerine göre şekilleniyor düğünler. Artık düğün sezonu açıldığına göre davetlere de gitmeye insan kendi zamanını ayarlamakta güçlük çekebiliyor. Ben fırsatını bulabildiğim bir Akçaabat düğününde gördüklerimi paylaşayım istedim.
Havai fişekler atılınca düğün salonunu bilmeyenler ya da yeni gelenler, uzaktan da olsa anlayabiliyor düğün yerini.. Bir asma köprü ile geçiliyor düğünün yapıldığı Düzköy yolu üzerindeki Kalıntaş tesislerine..Büyükçe bir bahçesi ve de genişçe avlusu, tam bir düğün yeri..Hemen kapıda düğün sahibi karşılıyor gelenleri, ama kalabalık hele bir de seçim öncesi olunca düğün, siyasetçilerin “gövde gösterisi” ne de sahne oluyor. Düğün salonunun kapısından girerken de ellerinde kolonya ile bekleyen yine düğün sahiplerinin ikramıyla karşılaşıyorsunuz.
Ankara’dan gelmiş gelin Canan, Akçaabat’lı Uğur Baytar’ın düğünü bu..eski gelenek göreneklerden ne var diye bakıyorsunuz, akşam karanlığında pek bir gelenek görülmüyor. Ankara’nın fidaydası çalınıyor, ses volümleri yüksek tempolu bir hareket var alanda.kimileri fidayda ile faroz kesmesi ya da hop-tek’i oynuyor, daha çok genç ve yeni kuşaktan olanlar tabi. Yaşlılar da var seyrekte olsa, kadınlı erkekli herkes oyunda ama başta damat tabi. Gelin daha mütevazi ama yüzü gülüyor. Görücü usulü değil bu sevda düğünü. Her iki gencin birbirlerini sevmesiyle gelinmiş bir düğün.
Bir yandan oyunlar oynanırken kravatlı düğün sahibi İsmail Baytar, tüm masaları geziyor, bir yandan gelen misafirlerini karşılıyor bir yandan masalar arasında kayboluyor, çoğu zaman terini sildiği gözüme takılıyor. O eski gelenek ve göreneklerin adamı belli oluyor bu onun can sıkıntısından ama bu zamanın gençlerine anlatılamıyor ki! Salon düğünlerinin yaygınlaşmasından sonra düğünlerin o eski havasından eser yok. Çoğunluğunu masalarda oturan ailelerin oluşturduğu ve ancak sadece damat ve gelinin çok yakın akrabalarının ısrarlı davetleri ile oyun pistine çıkan az sayıdaki kişinin eğlenebildiği sıradanlık hemen her düğünde gözleniyor.
Geçmiş düğünler genelde kırsalda yani köylerde yapılırdı. Horonlar her evin yanındaki harmanda ya da hava yağışlıysa evlerin içinde olurdu. O eski düğünleri yaşayan kuşak, şimdinin salon düğünlerinin sadece “geldi” denilebilenleri oldu. Ondan olacak masalardan kalkıp, horona girenleri görmüyorum. Şu Edirne’deki Kırkpınar yağlı güreşleri veya artvin’deki boğa güreşlerinin anlatan cazgırlar vardır ya, burada da öyle bir cazgır, almış mikrofonu eline yön veriyor düğüne..oyunlara ara verildi, Akçaabat belediye başkanı Şefik Türkmen, resmi nikahı kıydı.toplu fotoğraflar çekildi, ardından gelin ve damat oyun alanına indirildi. Ama
“Gelin ağlar,yaşli yaşli
Gitmem der de sallar başi
Gelin ağlar yaşmak ister
Atlar durmaz koşmak ister..
Dağdan keserler fındığı
hani gelinin sandığı
Dağdan keserler cevizi
Hani gelinin çeyizi”
gibi bu manide anlatılanlardan eser yok. Gelin de damat da tebessümlüler.Cazgır (Düğünün en çok konuşanı ve yönlendiricisi), orta yapıyor. Düğüne katılanların damat ve gelini kutlaması ve bu sırada da hediye takma olayını başlatıyor. Eline verilen listelerde belli ki Milletvekili adayları ilk sırada, hemen onları davet ediyor, ardından listeler halinde isimler, ünvanlar, damat ve geline yakınlıkları ile biraz da teşvik edici nüktelerle uzunca bir süre bu işi yapıyor, bir ara damadın okul arkadaşları geliyor kutlamaya, Cazgır ani bir refleksle bağırıyor, “kimse öpmesun damadı, gelin hanım kızayi” diye..bunu iki defa tekrarlıyor cazgır. Bir ara damadın kardeşi Oğuzhan’ı çağırıyor, “ağabeyine değil yengesine bir yüzük takıyor” diyor,yetmiyor, "damadı da severum ama habuni bi başka severum"diye bağırıyor ve alkış istiyor.. Takı olayının Sonunda damat geline bir gerdanlık, gelinde damada bir saat takıyor ama cazgır, bu kez de “bakayım bu saat orjinal mi yoksa çin malı mı?” diye, elindeki saati, herkese gösteriyor, ardından da “orijinal, orijinal” diyerek yeniden alkış alıyor.
Takı töreninden hemen sonra davul-zurna ortayı alıyor.10-15 kişi bir halka oluşturuyor ve başlıyor oynamaya. Folklorcular gibi Akçaabat horonunu oynamaya koyuluyorlar. Kimi ayak hareketleriyle, kimi yan dönerek, kimi kol hareketleri ile “en iyi horonu ben oynarım” dercesine ustalık gösteriyor sanki. Ayaklarına bakıyorum, kasketli biri, yumurta topuklu ayakkabıları, pala bıyığı ile o davul ve zurna’yla sanki iç içe geçiyor, seyredenleri mest ediyor oyunuyla. Yukarda da dedim ya, masalarda oturanlar hala masalardan oynayanları seyretmekle yetiniyorlar. Belli ki masalar, bir resmiyete bürünüyor salon düğünlerinde. Oysa düğünler, katılan herkesin oyunlara iştirak ettiği bir eğlencedir benim bildiğim. Ha “sen oynadın mı?” diye soranlarınız olabilir, evet damat sürükledi de bir iki de olsa Ankara’nın fidaydasına bende eşlik ettim.
Kenarda oyunu seyrederken maslarda oturanların ayaklarına bakıyorum, çoğu tempo da tutuyor ama ya kadınlar eşlerinden ve çocuklarından çekindiğinden, ya eşler birbirinden veya konu komşularından çekindiğinden olacak oyun alanına çıkmaya bir türlü cesaret edip, çıkamıyor. Buna üzülüyorum aslında. Bir ara oynayanların ayak oyunlarına bakarken, ‘bende onlar gibi oynayabilir miyim’ diye kendime soruyorum, iyice dikkat kesiliyorum ama yok, zaten birisi gelip kulağıma, “oyun seyrederek öğrenilmez , oynayarak öğrenilir” diye fısıldıyor, gülüyorum. Kendi kendime “nerden anladı acaba” diyorum adama bakıyorum, onu oyunda da hiç görmemişim. Ama benim bildiğim, iki ayak, üç ayak, Akçaabat’ta oynanan ne iki ayak ne de üç ayak, o oyundaki ayaklar sayılmıyor bile..
Düğündeki kalabalık artık dağılıyor, masalar boşalıyor ama oyun da devam ediyor. Düğün sahipleri ile vedalaşıp ayrılıyorum. Aslında bende sevmem salon düğünlerini ama oğlumun ısrarıyla gidiyorum.Biz oradan ayrılmışken yolda yeniden görüyoruz havai fişekleri.bu da sanıyorum zaten düğünün bittiğini gösteren işaret oluyor Uğur’un düğününde. Tüm evlenen ve evlenecek olan herkese sırası gelmişken ömürleri boyunca, sağlık, mutluluk diliyoruz.
Güncelleme Tarihi: 13 Mayıs 2020, 01:23